Zaman başlı başına zor bir konudur. Bu konuda cevaplaması en zor sorular, ironik olarak sorması en kolay olanlardır. Örneğin: Zaman nedir? Ne zaman başlamıştır? Bitecek midir? Mutlak mıdır? Göreceli midir? Bu sorulara en kesin cevabı veren yerden başlayacağım: Mitolojiden…
Büyük titan Uranüs ve muhterem Gaia, Okyanus’u dünyaya getirirler. Normalde Uranüs yani gökyüzü, doğan çocuklarını, Gaia’ya gömüyordu fakat Gaia yardım alarak Okyanus’un sağ kalmasını sağladı. O zaman daha “zaman” yoktu. Filhakika dünya da zaten suyla kaplıydı. Her ne kadar Tanrılaştırılsa da Okyanus, Yunanlılar tarafından kişileştirilen doğal bir güçtü. Karaların oluşmasıyla birlikte Okyanus, Tethys(Irmakların hanımı) ile buluştu. Tethys onun eşi oldu. Eskiden düğün fotoğrafçısı olmadığından kendilerinden sonra gelen insanlar onların mozaiklerini, aşağıdaki gibi, Hatay’da yapmışlar.
Okyanus ve Tethys’in Kronos isminde bir oğulları oluyor. Dünyanın şekli o zamanlar aşağıdaki gibi olduğu için zamandan söz etmek gerçekten zor.
Kronos geldikten sonra muhtemelen artık zamanın kendisiyle birlikte başlaması gerektiğini anladı ve zamanı başlattı. Kronos, oğlu tarafından öldürüleceğini dedesi ve nenesinden öğrendiğinden(o zamanın Tanrıları sadece işlerini yapardı her şeyi bilmezlerdi), çocuklarını yemeye başladı. O günden beri zaman evlatlarını yer fakat Kronos, Zeus’u yiyemedi. Zaman başladı başlamasına ama sanırım senkronizasyonda bir hata oldu. Kronos’un gelişiyle dünya tarihi iki nesilde milyonlarca yıl değişti. Zira torunu Apollo -ki Zeus’un oğludur- bir zamanlar Defne’nin peşinden Hatay’da bir yerlerde koşmuş. Hatta kızcağız böyle biriyle evlenmenin sorumluluğundan kurtulmak için ağaç olmuş. Hikayeyi bir kenara bırakırsak bu bilgilere dayanarak iki nesil arasının en iyi ihtimalle 730 milyon yıl olduğunu söyleyebiliriz. Dünya’nın bugünkü şeklini almasını ve Türkiye’nin de tam olarak şekillenmesini beklersek, aralık daha da uzun oluyor. Bu tutarsızlıkları bir tarafa bırakırsak sonuçta Kronos sayesinde dünya zamana sahip oldu. Zaman o zaman başlamış olabilir fakat insan olmadan zamanın ne önemi var.
İnsanın dünya sahnesine çıkışından itibaren, zamanın nasıl hesaplanacağı bir sorun olmuştur. Hesaplamak için suyun hareketiyle çalışan saatler(klepsydra), yıldızların ve güneşin hareketini izleyerek hesaplanan saatler, mum saatleri(İstanbul Türk ve İslam Eserleri Müzesinde görülebilir) gibi bir çok eski ve nispeten yeni yöntemler kullanılmıştır. Günümüzde artık zamanı daha hassas şekilde hesaplayacak yöntemler geliştirilmiştir. Mekanik saatleri takiben atom saatleri ortaya çıkmıştır. Örneğin sezyum atomun titreşim frekansı sabit olduğundan, saniyeyi atomun titreşim sayısıyla ifade etmek minimum yanılma sağlamaktadır.
Zamanı doğru bulmanın yolu hassas şekilde insan tarafından öğrenildi fakat zamanın eş zamanlı kullanımı hala sorun olarak ortada kaldı. Ayarsız geciken saatler sorun oluşturdular.
“İyi ayarlanmış bir saat, bir saniyeyi bile ziyan etmez! Halbuki biz ne yapıyoruz? Bütün şehir ve memleket ne yapıyor? Ayarı bozuk saatlerimizle yarı vaktimizi kaybediyoruz. Herkes günde saat başına bir saniye kaybetse, saatte on sekiz milyon saniye kaybederiz. Günün asıl faydalı kısmını on saat addedersek yüz seksen milyon saniye eder. Bir günde yüz seksen milyon saniye yani üç milyon dakika; bu demektir ki, günde elli bin saat kaybediyoruz. Hesap et artık senede kaç insanın ömrü birden kayboluyor?”
Saatleri Ayarlama Enstitüsü
Halit AYARCI, Muvakkit Nuri Efendi’nin “Ayar saniyenin peşinde koşmaktır.” sözünü yukarıdaki gibi açıklıyor.
Halit AYARCI’nın bahsettiği boyuttan olmasa da günümüzde her şeyin elektronik ortama taşınmasıyla birlikte, zamanın da elektronik ortamdan “gecikmesiz” bir şekilde alınmasını gerektiren durumlar oluştu. Örneğin elektronik imzanın geçerliliğini sürdürebilmesi için hassas ve değişmez bir zaman kaydına ihtiyacı vardır. Bunun da ötesinde tüm bilgisayarlar bir ağda çalışmaktadır. Ortak iş yapılan alanlardaki log kayıtları kimin neyi ne zaman yaptığını teyit eder. Ayrıca işlemlerin hangi sırayla yapıldığının da garanti altına alınması gerekir. Elektronik imza ile ilgili sorun, online zaman damgası hizmetiyle çözülmüştür. Ağlardaki senkronizasyon için ise NTP(Ağ Zaman Protokolü) sunucuları mevcuttur. Fakat kapalı ağlarda zaman senkronizasyonu hala bir problem teşkil etmektedir.
Kapalı ağlarda çalışan firmalar için özel şirketler NTP cihazı kurmaktadırlar. İşin kritikliğine göre cihazın hassasiyeti artırılmaktadır. Elektronik imzanın geçerliliği için ise Sertifika Otoritesi olan firmalardan hizmet alınmaktadır. Özel firmalar bu hizmeti üç farklı cihaz kurarak yapmaktadır: HSM, NTP sunucusu ve zaman damgası sunucusu. Bu cihazların hepsi pahalı çözümlerdir. Ayrıca servisi veren Sertifika Otoritesi de ücret almaktadır. Müşterilerin HSM’i varsa maliyet nispeten azalır fakat o zaman da güvenlik riskleri değerlendirilmelidir. Çünkü Sertifika Otoritesi kendi sahip olmadığı bir HSM’e sertifika yüklemek zorunda kalır.
Çeşitli firmaların bu üçlü çözüme karşı ikili çözümleri de mevcut. Örneğin, Thales, Ncipher’a devretmeden önce Time Stamp Server(Zaman damgası sunucusu) ve Thales Time Source Master Clock(Thales ürünleriyle uyumlu bir zaman kaynağı) isimli iki ürüne sahipti. Thales’in master saatini almazsanız yine bir NTP cihazına ihtiyacınız oluyor.
Utimaco da Time Stamp Server’a sahip fakat yine aynı şekilde zamanı harici alıyor.
Sorunların hepsine(offline kullanım, hsm, zds ve ntp) çözüm Kamu SM’den geldi. Kamu SM, kamu kurumlarına nitelikli elektronik sertifika dağıtan yetkili bir sertifika otoritesidir. Kapalı ağa sahip kurum ve kuruluşlarla en çok muhatap olan sertifika otoritesi olarak Kamu SM, bahsettiğim HSM, NTP ve zaman damgası hizmetini tek bir cihaz üzerinden verebilen bir ürün geliştirdi(online olarak da hizmet verebilir). Ürün, zamanı Kronos’tan değil de Uranüs(gökyüzü)’ten üç farklı uydu çeşidini karşılaştırarak alıyor. Bu sayede daha kesin sonuçlara ulaşıyor.
Teknik ayrıntıları siteden (http://www.kamusm.gov.tr/duyurular/index.jsp?y=2019&#Zaman-Damgasi-Cihazi-ZDC-500-2019_16) inceleyebilirsiniz.
Cihaz bir taraftan zaman damgası hizmeti verirken bir yandan da, Halit Ayarcı’nın bıraktığı yerden, tüm ağdaki saatlerin aynı kalmasını sağlayarak bir nevi “Saatleri Ayarlama Enstitüsü” görevini yürütüyor, Muvakkit Nuri Efendi’nin dediği gibi ayarın hakkını veriyor, saniyenin peşinde koşuyor.