İngiltere, Birleşik Krallığın merkezi olan coğrafi bir bölge. Benim gezim bu bölgeden ibarettir. Burada genel geçer bir gezi rehberi gibi bilgi vermekten ziyade kendi düşüncelerimi ve yorumlarımı da paylaşacağım. Çünkü Birleşik Krallık son üç yüz yılda neredeyse her ülkenin tarihine dokundu. Onun tarihine de biraz benim dokunmam yanlış olmaz diye umuyorum.

Birleşik krallık, İngiltere, Büyük Britanya karıştırılan kavramlar. İngiltere adalarının tarihi karışık olduğu için idaresi, yönetim bölgeleri de karışık olarak kalmış. Özetle şu şekildedir:
Scotland + England + Wales = Great Britain
Great Britain + Northern Irland = United Kingdom
United Kingdom + Republic of Irland = British Isles
Görüldüğü gibi bölgenin kendisi matematikle iç içe. Bu yüzden iyi matematikçiler çıkarmalarına şaşırmamak lazım.
Birleşik Krallık parlamenter monarşiyle yönetilen bir ülke. Avrupa’daki bu tarz krallıklar bize başarı ve gelişmişlik için Cumhuriyet’in olmazsa olmaz olmadığını gösteriyor. Devletlerin asıl amacı aslında hukuk devleti olmak. Demokrasi dahil diğer enstrümanlar hukuk devleti olmaya yardımcı unsurlar. Hukuk devleti, esas amaç olmadıktan sonra Cumhuriyet, senatoyu bir şekilde susturarak veya satın alarak farklı bir noktaya getirilebilir. Diktatörlükler bu şekilde oluşmuştur. Tam anlamıyla bunun olumlu sonuçlarını yaşayamasa da Roma’nın meşhur yöneticisi Kayzer’in durumu bunu özetlemektedir. Kendisi ismini bu şekilde koymasa da senatoya kendi adamlarını seçtirerek bazılarını da satın alarak bu şekilde bir yönetim oluşturmaya çalışıyordu. Sonuçta Avrupa’daki Birleşik Krallık, Norveç, İsveç, Danimarka gibi devletlerin başarısında hukuk devleti olmanın büyük etkisi var, Cumhuriyet olmamalarının negatif etkisi az. Tabiki biz de krallık olalım demiyorum; Kayzer örneğinde olduğu gibi güçlü bir lider çıktığında denge bozulmasına rağmen en iyi yönetim biçimi Cumhuriyet. Sadece odaklanılması gereken noktanın, korunması gereken noktanın “hukuk devleti” olmak olduğunu ifade ediyorum. Birleşik Krallık vatandaşları bile biz neden hala krallığı tutuyoruz diye tartışıyorlar.
Bu gereksiz girizgahı aslında beni şaşırtan bir durum olduğu için yazdım. İngiltere’ye gittiğimde bir adamın arabasının arka camını tamamen Kraliçe’nin posteriyle kapattığını gördüm (bizdeki Doblo’ların arkasındaki tuğraların benzeri, dizilerden dolayı şimdi soğdça Türk yazan versiyonları da var). İçten bir sevgi var. Ben, denge unsuru olması açısından orada öylesine duran, magazin dışında halkta yansıması olmayan bir kraliyet olduğunu düşünmüştüm.
Tüm dünyanın olduğu gibi İngiliz adalarının ilk halkları Afrikalılar. Sonra bunlar keltlere, galyalılara dönüşmüşler. Nihayetinde diğer insanlardan soyutlanan her halk, bir ırk oluşturuyor. Kendine has özellikleri oluyor (Kızıl, turuncu saçlar ve sakallar). Keltler’de muhtemelen bugünün Fransa’sında yaşayan Galyalılardan bir halk, kim kimi kapsıyor bilmiyorum. Hatta aynı halk farklı isimlendirilmiş bile olabilir. Milattan önce bunlar Anadolu’ya bile yerleşmişler (İstanbul, Çorum, Yozgat ve Ankara). Bunlar şimdiki İrlandıların ataları. Sonra Romalılar sonra Cermen halkları Anglosaksonlar adaya geliyor. Ada iyice karışıyor. Doğru zamanda, doğru yerde olduklarından ve yoklukla yüzleştiklerinden dolayı tüm dünyayı kolonileştirmeye çalışıyorlar. Savaşı finanse edebilecek kurumlar oluştuğundan başarılı oluyorlar. Parayı kullanmayı biliyorlar. Üretim fazlalarını satmak için pazarlar elde ediyorlar. Amerika bile bağımsızlık savaşını Birleşik Krallık’a karşı verdi. Onlara bile ürün satarken tek bizden alacaksınız diye zorlayıp pahalı şekilde sattılar. En önemlisi kendi halkını bile sanayi devriminde sömürdü Birleşik Krallık. Karşı akımlar sömürüyü biraz törpüledi şükür ki.
Gezinin Yaşattıkları
Coğrafi olarak daha önce belirttiğim gibi İngiltere bölgesini ziyaret ettim. Özellikle Londra’nın etrafını gezdim; yağmurunda ıslandım; otobüsüne bindim ve bisikletini kullandım. Telefon kulübesiyle fotoğraf çektirmeyi reddettim. Bunları mutlaka yapın. Klasik mekanları gezdim ama size uyarım ne olur dönen tekerleğe yirmi küsür pound vermeyin; değmez.

Londra’da sokaklarda gezerken tanıdığınız tarihi bir karakterin iziyle karşılaşmanız mümkün. Örneğin ben Newton’un yaşadığı bölgeyi gördüm, heyecanlandım. Neredeyse tüm bilim kitaplarında adı geçen bir adamın son demlerini geçirdiği bölgeyi görmek başka nasıl hissettirebilirdi bilemiyorum.

Londra müzeleriyle meşhur. Bence dünyanın en güzel müzelerine sahip (gerçi bunu söyleyebilmek için diğer hepsini gezmek lazım). Ayrıca müzeler ücretsiz. Dünya ülkelerinden “aldıklarını” gelen herkese ücretsiz sunuyorlar. Burada herkes kendi ilgi alanına uygun bir müze bulabilir. Ben de Bilim Müzesi ve Bletchley Park’ı kendime uygun gördüğümden ilk olarak oraları gezdim. Bilim Müzesi güzel ama açıkçası Bletchley Park kadar eğlenmedim. İlk olarak oradan başlamak istiyorum. Burası sıradan turistlerin gezi planına dahil ettikleri bir yer değil. Fakat bilgisayarlarla, elektronikle ve kriptolojiyle uğraşan biri için Greenwich’ten daha anlamlı.
Bletchley Park
İkinci dünya savaşında savaş sadece cephede değildi. Cephe gerisinde istihbarat çalışmaları da yapılıyordu. Herkesin malumu olduğu üzere Enigma Almanların meşhur şifreleme aracıydı.

Bilgileri şifreli olarak bu cihazlar üzerinden gönderiyorlardı. Şifrelerin kırılması tüm planları alt üst edebilirdi. Nitekim öyle oldu. Bletchley Park’ta şifrelerin kırılması başarıldı. Alan Turing ve ekibi burada çalıştı.
Alan Turing’in anı heykeli. Çalışanların kışın üzerinde buz pateni yaptıkları göl. Alan Turing’in el yazıları. Matematik gerçek hayatta işe yaramış. İngilizleri hayatta tutmuş. Bletchley Park’ın ana binası.
Şifreleri kırabildiklerini Almanlara çaktırmamak için kendi gemilerinin bombalanmasına bile seyirci kaldılar (havucun karanlıkta görmeye iyi geldiği propagandası da radar teknolojisini gizlemek içinmiş). Tabi Almanların savaşı kaybetmesinde çok fazla etmen var ama en büyüklerinden biri Enigma’nın kırılması oldu.

Bletchley Park’ta sayıları binleri bulan çalışanlar ve Enigma’yı kıran Bombe vardı. Bombe, Lehli bir kriptolojist olan Marian Rejewski tarafından geliştirilen Bomba isimli cihazın gelişmiş bir türeviydi. Polonya, sinema sektöründe popüler değil. O nedenle Lehlilerin Bombe’deki etkileri dahil pek çok başarısı görmezden geliniyor.

Ayrıca ilk bilgisayar Colossus (kelime anlamı olarak devasa heykel, çok önemli şey demek. İlk kez Mısır heykellerini tanımlamak için Heredot tarafından kullanılmış) Lorenz’i kırmak için kullanıldı.

İlk büyük ölçekli bilgisayar tam elektronik bilgisayar Colossus’u tanıtan döviz. İlk bilgisayarın yapılmasına katkı sağladıklarını söylüyorlar.
Bletchley Park, başta Alan Turing olmak üzere bir çok ünlü matematikçi ortaya çıkardı. Bunlardan biri de graf teorisi üzerinde çalışmalarıyla bilinen Bill Tutte, Lorenz’in kriptoanalizini yapmıştır. Önemli bilgiler Enigma üzerinden değil de Lorenz üzerinden iletildiğinden ikinci dünya savaşında kritik rol oynadığı söylenebilir.

İstihbarat ve şifre kırma çalışmaları yapanlar sadece İngilizler değildi. Almanlar da şifre kırma çalışmaları yapıyordu. Fakat neden başarılı olamadılar? Çünkü BP gibi temerküz etmiş bir yapıları yoktu. İngilizler tüm şifreli metinleri tek bir yerde işlerken, Almanlar ayrı ayrı bölgelerde dağıtık şekilde işlem yapmaya çalışıyordu. Yoksa İngilizler Almanlar’dan zeki ve üstün olduklarından başarılı olmadılar. Ayrıca İngilizler savaşa hazırlıksız yakalanmıştı. Savaşın başında Almanların işine yarayacak planlara sahip oldukları da şüpheli. Bu nedenle şifre kırmaya daha çok ihtiyacı olan taraf İngiltere oldu. Doğru stratejiyle başardılar. Savaşın sonuna doğru Almanların da çok ihtiyacı oldu ama geliştirecek mekanizmaya ve zamana sahip olamadılar. Almanların espiyonaj faaliyetlerine karşı Birleşik Krallık kontr-espiyonaj faaliyetlerinin bir yansıması olarak aşağıdaki afişleri BP’nin her yerine asmış. Çünkü savaşın sonuna doğru, her hamle kritik hale gelmişti.
Çalışanları uyaran afişler. İnsanları sır tutmaları konusunda uyaran afişler ofislerin her yerinde. Çünkü bilgi güvenliğinin en zayıf halkası insan.
Bletchley Park’ın her yanı önemli. Bir de harika bir uygulama yapmışlar. Bletchley Park’ta daha önce çalışmış emekli insanlardan neler olduğunu dinleyebiliyorsunuz. Orada turistlere bilgi veriyorlar.
Victoria ve Albert Müzesi
Victoria&Albert müzesi çeşitli sanat eserlerinin bulunduğu bir müze. Burası Bilim Müzesi’nden çok uzakta değil. O nedenle ikisini birlikte planınıza dahil edebilirsiniz. Buradaki Türk eserleri ilgimi çekti.
Bilim Müzesi
Britanya Adaları bir çok bilim adamı yetiştirmiştir. Ayrıca sanayi devrimine öncülük etmişlerdir. Bu nedenle Bilim Müzesinde sergilenecek çalışmaları çok fazla. Hayatımda ilk kez bizim evin yakınında olduğu için Altınpark’taki Feza Gürsey Bilim Merkezi’ne gitmiştim. Orası müze gibi değil daha çok eğitim amaçlı ama İstanbul’daki İslam Eserleri Müzesi’ne gittim. Kocaeli’de Sekapark’taki bilim müzesine de gittim. Hiçbiri bu müzeyle boy ölçüşemez hatta Türkiye’deki tüm bilim müzelerini toplayın bu müze etmez. Hem bilim merkezi gibi hem de bilim müzesi. Lokomotif, tren, uçak, araba, uzay mekiğinden tutun DNA’ya kadar bir sürü katkı yapmışlar bilime ve teknolojiye. Bu müzede bu katkıların en iyi korunmuş örneklerini veya yeniden yapılmış modellerini görebilirsiniz.
Nasyonel Galeri
National Gallery eğer resim sanatını seviyorsanız mutlaka gitmeniz gereken bir yer. Genel olarak sanat eserlerini anlamak için bağlamda değerlendirme yapmak gerekir. Fakat ben National Gallery’i gezerken bu şekilde değerlendirme yapabilecek bilgi birikimine sahip olmadığım için ve bir sanat eserinin değerinin herhangi bir sanal para, borsa kağıdı gibi insanlar tarafından talebe göre belirlendiğini düşündüğümden dolayı çok keyif almadım. Sadece bazı İsa, Meryem resimleri beni şaşırttı. Çünkü Ortadoğulu olmalarına rağmen Avrupalı gibilerdi. Hatta bazılarında İsa sarışın resmedilmiş (o da bir şey mi Adem beyaz adam olarak resmedilmiş diyeceksiniz haklısınız, ilk insan siyahiydi tabiki. İlk karısı Lillith’ten emin değilim ama ikinci karısı Havva da siyahi). Tabi bana göre sanatçılar için kimin nasıl olduğunun bir önemi yok. Sadece kendini o günün kutsallarıyla ispat etme çabası var. Hatta bugün, kendini ispat etme çabası, farklı olma çabası başka bir noktaya evrildi. Marcel Duchamp’ın Pisuvar adlı “fırlatısı” (maalesef eser diyemiyorum) bunu açık şekilde gösteriyor. Duchamp bunu sanatı eleştirmek için yaptıysa çirkin, sergilenebilecek bir eser olarak düşündüyse korkunç.

Mesele sanat galerisinden başka bir yere gitmeden toparlayım. Bu müzeyi gezi planınıza dahil etmeniz gerekir. En azından Duchamp’ın fırlatıları gibi değil. Üzerinde çalışılmış, alın teri dökülmüş ve bazıları belirli boya tekniklerinin ilk kez uygulanmış eserler. Yapılması zaman almış özel eserler.

British Museum
Bugüne kadar gezdiğim tarihi müzeler arasında en çok beğendiğim müze British Museum oldu. Londra’ya sadece bu müze için bile gidilir. Gezi planı yaparken kesinlikle burası için bir gün ayırın. Hakkını vererek gezerseniz bir günden fazla sürer. Burada dünyanın dört bir yanından eserler var. Türkiye’den, Irak’tan sökülmüş tapınaklar, harika Mısır eserleri, milattan önceki halkalara ait tabletler. Genelimizin firavun olarak bildiği yan yatan Mısırlı… Hepsi ve daha fazlası burada. Türkiye müzelik eser olarak mükemmel bir ülke fakat müzecilik bizde Osman Hamdi Bey ile birlikte başladığı için biraz geç kalmışız (1891’de bugünkü İstanbul Arkeoloji müzesi). Birleşik Krallık ise çok erken başlamış. Bu yüzden çok iyiler. British Museum çeşitli bölgelere ayrılmış. Mezopotamya, Mısır gibi bölgeleri ayırmışlar. Bunlar da kendi içinde Roma dönemi Mısır, helenistik dönem Mısır gibi dönemlere ayrılıyor. Müzedeki tasnif muntazam. Sadece tasnif için bile inanılmaz bir çalışma gerekiyor.
Reşid taşı bile burada sergilenmektedir. Bu taş Mısır’ın hiyerogliflerinin çözülmesini sağladı. Bu müzenin anlatımını kısa kesmek gerekiyor. Çünkü eserlerin hepsi değerli, hepsinin hikayesi, tarihi ayrı.
Öncesizlik ve Sonrasızlığın Işığında An Fotoğrafları
Son olarak aşağıdaki slayta da ilginç olarak etiketlediğim fotoğrafları ekledim.